Hani hep deriz ya böyle mi olacaktı? Hayaller kurardık, yüreğimizde çisil çisil umutları akıtırdık yarınlara. Bir aşk, bir heyecan, bir ümit ve özlem bizi çepeçevre sarar ve o hayallerimizin gerçekleştirmek için umutla, heyecanla başlardık. Öyle bir hızla başlardık ki en kısa zamanda hedefimize ulaşacak ve mutlu sona ereceğimizi zannederdik. İlk başlarda işimize ve hedefimize sımsıkı sarılır ha bir gayret ha bir umut çalışır, didinir, azim ve gayrete giriftar olurduk.

İlk zamanlar bayağı bir yol kat ederdik. Hani derler ya ‘’Önüne dağ çıksa onu devirir geçer.’’ İşte öyle bir başlardık ki, önümüze çıkan tüm engelleri ezer geçerdik. Bir biri arkası başarıdan başarıya koşardık. Durmaz, durmak nedir bilmezdik. Gece gündüz, soğuk sıcak demeden ilerlerdik. Eğer dünyanın öbür ucuna gitmek gerekiyorsa ta dünyanın öbür ucuna giderdik. Ne yapılması lazımsa hiç tereddütte kapılmadan hemen atılır işi kopartırdık.

Bu azim ve gayret ne kadar sürer bilemeyiz. Fakat ekserimiz kararlılık ve çabamızı ilk başladığımız gibi devam ettiremiyoruz. Her yokuşun bir inişi olduğu gibi gayretimizim doruğa çıktığında, başarılarımızla zirveye ulaştığımızda artık yavaş yavaş bir düşüşe başlarız. İçimizdeki umut ışığı sönmeye yüz tutar. Farkında olmadan işlerimizde tembelleşmeye başlarız. İlkönce yerimizde sayarız. Dünümüz, bugünümüz eşit olur. Bunun farkına varamadığımız zaman ise gün gün ileriye gideceğimize geriye gideriz. Artık tembellik, gevşeklik tüm bedenimizi sarmış, gözlerimiz rehaveti görmez olur.

Böylece, bir yerlerde bir şeyler eksik kalıyor, hatalar oluyor ve netice büyük bir fiyasko. Hayallerimize, hedefimize ulaşmadığımız gibi tüm heyecan, istek ve arzu tükeniyor, içimizdeki umut ışığı sönüyor. Dünyadan kopuyoruz ve tam bir bunalıma girmiş olarak dünyaya küsmüş, hayattan elini ayağını çekmiş, karamsarlık karanlığının içine gömülmüş bir hale giriyoruz. Sonra böyle mi olacaktı diyoruz.

Acaba nerelerde hata yaptık da bu hallere düştük? Buna nasıl bir cevap verebiliriz ha ne dersiniz? Hepimizin bir cevabı vardır. Bu yanıtların hepsi de doğrudur. Fakat bildiğimiz halde aynı hataları tekrar etmekten geri durmuyoruz. Gözümüzün önündeki insanlar yanlışlıklar yaptığı halde, buna da şahitlik ettiğimiz halde başımıza geldiği zaman biz de aynı yanılgılara ve hatalara düşüyoruz.

Bu yanlışlarımızın en başında ülfet kesp etmek, rehavete kapılmaktır. Ülfet kesp etmek, alışmak, önemli işlerin ve konuların sıradanlaşması demektir. Eğer elde ettiğimiz başarılar ve kazançlar daha hedefimize varmadan bize yeterli olursa yavaş yavaş ünsiyet peyda etmiş oluruz. Yani başarılara alışırız ve bu hal bizi yeni başarılara tetiklemez. Ülfet kesp eden kişi artık fazla çalışmayı gerek görmez. Çünkü olduğu hale alışmıştır ve bulunduğu durumdan memnundur. Geçmişinden daha iyi olduğu için şimdiki durumuyla geçmiş durumunu mukayese eder ve az da olsa elde ettiği başarılarıyla avunur. Bu avuntu onu tembelliğe iter. Tembellik de rehaveti doğurur. Rahatlık, kendini sıkmama, zora koymama gibi huyların ortaya çıkmasına sebep olur. İşte rehavet, tamamen çalışmamayı, elindekilerle idare etmeyi ve hatta hazırdakileri yemeye başlatır.

Tabi böyle olunca ne hedef ne heyecan ne de umut kalır. Bunun en büyük sebeplerinden birisi de Peygamberimizin ”İki günü eşit olan zarardadır.” ( Aclunî, Keşfu’l-Hafa, 2/276) hadis-i şerifini gönül aynamızdan silmemizdir. Eğer her gece yatarken bu hadisi düşünerek yarın ki hayatımızda, bu günkünden nasıl daha başarılı olmanın planlarını yapsaydık hedefe emin adımlarla yürürdük. Amma yavaş amma hızlı neticede hedefe büyük aşk ve tutkuyla ulaşırdık. Çünkü her yeni gün ayrı bir sayfa, ayrı bir hayat dilimi demektir. Eğer bu yeni günde, kendimize yeni hedefler belirler ve dünden daha

çok kazanımlar elde edersek gayretimiz ve azmimiz artar, heyecanımız çelik bir duvar gibi hiçbir olumsuzluktan etkilenmez. Bırakın ülfet kesp etmeyi, rehavete kapılmayı, azıcık bir istirahat etmeyi bile düşünemeyiz. Çünkü yarına umudumuz var. Daha çok kazanacağız ve hedefimize bir adım daha yaklaşacağız.

Maalesef ”İki günü eşit olan zarardadır.” ( Aclunî, Keşfu’l-Hafa, 2/276) hadis-i şerifini unuttuk. Kendimize her gün yeni hedefler belirlemedik. En küçük bir başarıyla kendimizi avuttuk. Daha büyük hedefler kurmaktan korktuk. Hedefimize giderken elde ettiğimiz küçük başarıların rehavetine kapıldık. Bugünü yaşadık, yarını düşünmedik. Günü kurtardık diye sevinerek ‘’yarın ola harman döne Allah Kerimdir.’’ Dedik, yarına hiçbir hazırlıkta bulunmadık. Hep dün ve bugünü cepten yedik, yarına harcayacak bir şey bırakmadık. Bugünden yarınları tükettik.

Ve netice büyük bir BÖYLE Mİ OLACAKTI?