Buhranlar diyarı. Peşi sıra gelen iniş çıkışların, bizi günden güne bambaşka birine çevirdiği diyar. Öfkeliyiz ve daha da öfkeleneceğiz. Kim için veya ne için yaşadığımızı bilmiyoruz, kendimiz için yaşamadığımız bariz. Öz benlikten tümüyle bağımsız bir istikbal hülyası. Emekler başkaya, zaman başkaya. Benliğe kalansa haybeye bir umut, üzerine düşünülmemiş bir gelecek için haybeye yoksunluk. Şimdilik bu çıkmazdalık hissinin sebebi gibi görünen şey de bu yoksunluk, kalp çarpıntısı gibi aniden gelen buhranların sebebi de. Yoksunluğun sebebi? Ölmek veya doğmak fikrinden ziyade, hiç var olmamışlık düşüncesine ulaşamamaktandır belki de.

Sahi nedir bu hiç var olmamışlık düşüncesi? Varlık üzerine düşünmeye programlı beyinlere fazla yükleme sonucu yanık kokusu aldırtabilen, sakin kafaların tehlikeli su olarak adlandırdıkları bir eşik. Yerküreyle kısıtlı fantezi dünyasının, uzayın sonsuzluğunu düşünmesi gibi. “Öteki” düşüncesiyle kurulan, ve geriye kalanlara geriye kalan hayatlarında kağıt kesiği gibi ince bir sızı bırakabilecek ölüm düşüncesinden ziyade bu his, yıkıcılıktan uzaklığı sebebiyle daha acısız bir kaçış olarak adlandırılabilir buhranlar diyarından. Meydan okuyanlardan olmayan ruhların, huzur bulabilecekleri düşünce şekli de denebilir. Sınırların olmadığı bir dünya veya eşit haklar gibi bu da var olamayacak bir düşünceden ileriye gidemeyecek. Var olmamışlık düşüncesinin asla var olamayacağını düşünmek, uzayın sonsuzluğunun hayali gibi. Kısır döngüyü bozmaya çalışırken kısır döngüye düşmek, tam da aciziyetinin göstergesi insanlığın.

Erken 21.yüzyıl gençlerinin ortak hissi olan bu buhrandan kurtuluş, kim bilir belki de bu yüzyılın ortalarına denk gelecektir bizim için. Madem var olduk, yaşayıp görelim.