Gecenin bir yarısı; odanın yalnızlığını, sessizliğini, suskunluğunu, hafiften kapının aralığından, pencerenin pervazından usul yavaş girip de içerideki belli belirsiz anason kokusuna, odayı hepten doldurup hüzne boğmuş Rodrigo’nun gitar konçertosunun tınılarına sarılan serinliğe sarıldı. Serinliğin dalga dalga içini sarışı, serinliğin üşümeye, üşütmeye doğru çabasına boş verip oturdu. Uzanıp masanın üzerindeki kadehten bir yudum aldı. Yudumun arkasından salata tabağına uzandı. Arkasından bir iki leblebi çiğnedi…Leblebiler dişler arasında oradan oraya döneleyip, döneledikçe un ufak olurken uzaklara, ıraklara, denizlere aktı gitti düşünceleri…düşünceler arkasından kendisi…

16 Mart gecesi Sivas’ta Şarkışla kırsalında kapana kısılmış, kapana kıstırılmış, kapana kıstıranlar ülkenin jandarma ve askeri güçleri, karşılarında iki üç dev yürek; Deniz ve Yusuf, Yusuf ve Hüseyin, Yusuf ve Deniz ve Denizlerrrrrrrrrrrrrrrrrrrrr Sığındığı hendekte, geceyi gündüze çeviren, sağımda solumda, önünde tepesinde patlayıp karanlığı yırtıp parçalayıp vızır cazır cazırdayıp vınlayan kurşunlar yanında yakınında patlayıp tozu toprağı attırırken son kurşunu da havaya doğru sıktı. Gözlerini kendisine göz kırpan yıldızlara dikti. Bakışlarının arkasından koşup yıldızlara karışmak istedi ama istese de gidemeyeceğini biliyordu. Çünkü gideceği yer bu saatten sonra ancak ya iki kaş arasından vurulup bulunduğu hendeğin çamurlarına karışıp gitmek ya da yağlı ipte sallanmaktı…

Orantılı olmayan bu kapışma sonunda Yusuf yaralı, Deniz yarasız olarak tutuklanınca Yusuf hastaneye, Deniz ve Hüseyin Ankara’ya …Düşünceler İstanbul’a…6. filonun İstanbul’a gelişine…Deniz öncülüğünde üniversite sol yanlısı öğrencilerin “ Akın var güneşe akın, güneşi zapt edeceğiz, güneşin zaptı yakın…” “ Ne Amerika, ne Rusya tam bağımsız Türkiye!” marş ve sloganları ile sandallarla karaya çıkan Amerikan askerlerinin kiminin denize atılıp kimini gerisin geri gemilerine kaçışları…

Kulaklarında dizeler…

Yüreğinde koskocaman bir hüzün…

Darağacında üç fidan…