Doğrusunu söylemem gerekirse Osman beni, ben de onu severim. Üstelik diğer iki sağlıkçının birinin Osman Ağabeyden çok daha yakın akrabam olmasına karşın… Bunun yanında öteki sağlıkçıların bana bugüne değin en küçük bir olumsuzlukları olmamasına karşın Osman Ağabey yüzünden hem yaşamımın en kötü köteğini yemiş hem de anamın amcasının İstanbul’dan hediye olarak getirdiği ağız mızıkasından olmuştum… İsterseniz bu kötek ve mızıka işini bir sonraki öyküme bırakıp av konusuna geleyim…

Her şeyin ters gidip Amerika’daki Tıp öğrenim süreci olanaksız bir duruma gelince anamın deyimi ile (yalın ayak, başıkabak) köye dönünce bir süre kendi kabuğuma çekilip adeta hafiften bunalıma girer gibi olmuştum. Bunu fark eden Sağlıkçı Osman, ısrarla beni görev yapmakta olduğu Homa’ya çağırıyordu. Bu çağrılar üzerine Homa’ya gittim… Osman ağabeylerin evinde kalıp, yiyip içip, gezip tozuyorduk…

Bir hafta sonu, öğleden sonra. Başta o zaman ki Homa Nahiye Müdürü, Sağlıkçı Osman ve beldenin usta avcıları, yanımızda usta avcı köpekleri, günün en iyi av tüfekleri, sayasız av sıkısı, olamk üzere iki koca kayık dolusu insan Homa altından Işıklı Gölü’ne girdik. Beni yanımda usta bir köpek, bir çifte ve bir sürü sıkı ile bir adacığa bıraktılar…

Unutmadan söyleyeyim; yaşamımda sadece bir kez asker iken eğitim alanında tüfekle ateş etmiş ve sapanla kuş avlamak dışında da avcılıkla uzaktan yakından bir işim olmamıştı… Neyse gölü karşıma alacak şekilde sazlıkların içine sinip ördeklerin gelmesi için beklemeye başladım… Köpek de yanımda tam siper bekliyor… Uzaklardan bir ördek görünüp göle kondu, yüzerek bana doğru yaklaşmaya başladı… Garanti olsun diye acele etmiyorum… Yaklaştı… Yaklaştı… Bu mesafeden kaçmaz deyip tetiğe bastım… Tüfeğin “gümmm” sesini takiben köpek yanımdan ok gibi fırlayıp suya atladı… şapur şupur yüzüp suyun üstünde bir şey göremeyince gelip yanıma uzandı. Yeniden beklemeye başladık, bir süre sonra bir ördek daha süzülüp suya kondu ve bana doğru yaklaşmaya başladı… Bu kez acele etmenin anlamı yoktu… İyice yaklaşmasını bekleyecektim… Öyle de yaptım ve tetiğe bastım… Tüfeğin patlamasının ardından köpek yine can havliyle suya atladı… Bir süre yüzdü, sonra baktı ki suyun üstünde hiçbir şey yok, döndü geldi yanıma, ama bu kez yanıma yatmadan önce yüzüme şöyle bir baktı… o bana bakarken ben hiç oralı değil uzaklardaki Akdağ’ın zirvelerine bakıyorum… Aradan bir süre daha geçti… Gökyüzünden üç ördek süzülüp suya kondu, bana doğru yüzmeye başladılar… İyice yaklaştılar, yaklaştılar… Tam sırası dedim ve garanti olsun diye çiftenin iki tetiğine birden asıldım… Köpek ok gibi fırlayıp şırak diye suya atladı. Bir süre yüzüp bakınca suyun üzerinde vurulmuş kuşa benzer bir şey göremedi ve gerisin geri yüzerek gelip karşıma dikildi… Yüzüme hiçbir şey söylemeden öylece baktı… Demedi demesine de ben adım gibi eminim “ bu üç ördeğin arasından iki sıkı dolusu saçmayı geçirmeyi nasıl becerdin?” diye aklından geçirmiştir. Sonra gerisin geri suyu atlayıp çekti gitti…

Sonrası mı? Bana sakın av demeyin…