ikide bir geriye dönüp dönüp bu yaratıklar ansızın arkamdan gelip saldırırlar korkusuyla ürpererek bakınmayı, köyün ilk evlerine ulaşınca sesli olmasa bile derin bir oh çekmeyi, tırpan biçen babamın arkasından anamın desteleyip kucaklayıp boşalttığı yerleri tırmıklamayı, tırpanın es geçtiği veya üstten biçip de güçlü gövdesi ile tırmığa sımsıkı sarılan acı ot veya sığır kuyruğuna ağız dolusu küfretmeyi, kafama güneş geçmesin diye mendilin dört tarafına düğüm atıp şapka yerine kafama geçirmeyi, tarladaki saplar kağnıya yüklenirken “kağınıya ben çıkacağım!” diye tutturup analatın kağnıya uzattığı sapları tutayım derken tepetaklak yere yuvarlanmayı, ayağımı korumadan öküzü boyunduruğa koşarken öküzün ayağının altında kalan ayağımın üzerindeki ize bakıp bakıp gülümsemeyi, düven sürerken uyuyakalıp harmana yuvarlanıp komşu harmancıların yıllarca alaylarına maruz kalmayı, öküzlerin dışkılarını harmana yapmalarına engel olmadım diye azar işitmeyi, atla eşek yarışı yaparken, eşeğin boynuna kadar gelip dengemi kaybetmeye başlayınca düşmeden usulca ineyim derken eşeğin altında kalıp göğsümdeki eşeğin ön ayak izlerini yıllarca anamdan saklamayı…

Babaya değil sesini yükseltmek yüzüne dik dik bakılamayacağını, o uzanmadan sofraya uzanılamayacağını, akşam yemeğinde mutlaka sofrada, akşam ezanı okunmadan mutlaka evde, kimsenin malına mülküne sarkılmayacağını (erik, elma, bostan bahçeleri (!) dahil değil), nimetin kutsal olduğunu, bu kutsallığa uyulmadığında Allahın insanı taş edip cezalandıracağını, kim olursa olsun büyüklerin sözüne uyulacağını, yalan söylenmeyeceğini, en azından yalan söylerken kızarıp bozarıp bas bas “ben yalan söylüyorum,” diye ip ucu verileceğini…çok erken öğrenip genlerime değin yerleştirdim.

İlk kez aşık olduğumda on üç yaşındaydım. O olmaz ise yaşayamam sanırdım. O tür düşünce bile karnıma dayanılmaz ağrılar verirdi. Gece yarılarına kadar yarın şöyle, böyle yapayım diye kurgu yaparken uyur kalır, ertesi günü içime kapanıp hiçbir şey yapamazdım. Oysa o garip kızımn ne benden, ne de benim delicesine olan sevdamdan haberi vardı…İkincisinde on sekiz yaşındaydım. Yine karnımda ağrılar, uykusuz geceler. Geceleri yapılıp ertesi günü unutulan kurgular…Onunda ne karnımdaki ağrılardan ne de uykusuz gecelerimden haberi oldu…Üçüncüsünde yirmi yaşındaydım; istemeden de olsa hem kendine hem koca köye duyurmayı başardım ama bu kez de yüreğimin sesine uyup sonuna kadar yüreğimdeki sevinin yükünü taşıyamayıp korkakça pes ettim.

Bakmayın siz benim şimdi deli danalar gibi yırtınıp durduğuma…ben bunu hatta çok daha fazlasını hak ettim…