Limana doğru yürüdüm…Bahamalar Florida’nın hemen burnunun dibinde..Miami olsa olsa yüz mil uzaklıkta..Karayip lerde haftalık veya on beş günlük turlar atan yolcu gemilerinin çoğu Nassau’ya uğrayıp üç-beş saatlık alış-veriş molası veriyor..mola sonrası Küba açıklarından geçip, açıklarından dedimse pek o kadar uzağından değil..atlansa yüzülebilecek kadar yakınından diyelim.. bir buçuk yıl öncesi altı ay kadar çalışmış olduğum şirkete ait üç gemi de buraya uğruyorlar mı bilmiyorum önceden uğramıyorlar dı…İçimde şimdi belki uğruyordur umudu taşıyarak limanda bakınıyorum..bir köşede ellerinde yaptıkları saç örgüsü model resimleri ile bekleşen yerli kadınlar…bir yanda ağaçdan yapılma çeşitli heykelcikler satan satıcılar.. bir yanda birbirleri ile yolcu kapma savaşına hazır atmaca gibi bekleyen taksiciler..bir yanda çeşitli deniz kabuklusu pişirip atan satıcılar ile liman sanki panayır yeri…Limana demir atan gemileren çıkan yolcular gümrük vergisiz marketlere koşuşturuyor ön sırayı kapmak için…Limanı boydan boya turluyorum turlamasına ama hevesim kursağımda kalıyor bizim şirkete ait gemi alan yok ortalıkta.Açım..susuzum..yorgunum..yorgun ayaklarımı sürükleyip sahil yoluna sapıyorum..biraz ötede sahile vuran dalgaların esini duyuyorum… dalgaların sahile vurunca çıkardığı “foşşşşş” sesine martıların çığlıkları eşlik ediyor..güneş işınları altında inicecik kumlar parıl parıl parlıyor. kumlar üzerine serpiştirilmiş..şezlonğlarda güneşlenen .beyaz tenli insanlar..solumda belli aralıklarla büfeler…sağımda güneşlenenler…yürüme alanından yürüyorum..Parlayan güneş..kıyıya vuran dalgalar,çığlık atan martılar,gurul gurul guruldayan karnım…Önünden geçmekte olduğum büfenin arkasından bir duman yükseliyor..büfenin yanından dumanın geldiği yere doğru yöneldim…baktım büyükçe bir mangal,mangalın başında rengi kaybolmuş bir önlüğü olan bir adam..mangal etrafında altı yedi genç delikanlı..ellerinde içecek kutuları..veya biralar..şakalaşıp gülüşüyorlar…Hemen hemen hepsi ingilizce konuşuyorlar…hepsi yerli..yerli olmasına ama hiç biri yerli dili olan Aravakça konuşmuyor..Mangal…bir petrol bidonunun uzunlamasına ortadan ikiye bölünüp demir bir sehpaya yerleştirilmesi ile yapılmış..Mangal üzerindeki pişirilen ettir balıktır her neyse insanın iştahını kabartan çızırtılar geliyor..Korlar üzerine damlayan yağlardan yükselen dumanlar karnımın gurultusundan yakalayıp beni mangala doğru sürüklüyor…yaklaşıp mangala doğru uzanıp baktım…mis gibi balık filetoları..istiridyeden daha çok salyangoza benzeyen kabuklu deniz hayvanları dikenli ıstakoz..kum yengeci.Fiyatlarını soruyorum…ıstakoz beş…fileto üç…yengeç bir…conch 1.5 papel diyor,,,salyangoza benzeyenden istiyorum….usta ellerle kabuğunu kırıp ayıklıyor..ızgarada hafif ısıttığı sandaviç ekmeğine bembeyaz eti sarıp veriyor…..içecek diye soruyor …yok deyip 1.5 papeli uzatıyorum…Boş taburelerden birine oturup.sırt çantasını yere bırakıyorum.. ve ekmeğe hırsla saldırıyorum sanki ekmek arasında gümrük deki gök gözlü herif var…Elimdeki ekmek karnımın gurultuları arasında kaybolup gidince..bir sigara yaktım..derin bir nefes alıp sahile …uçsuz bucaksız gibi görünen maviliklere doğru üfledim..Dumanlar …beni sımsıkı kucaklayıp hızla sahile.. oradan denizin maviliklerine..atlas okyanusuna..okyanusu bir çırpıda geçip..anadoluya..bizim köye …bizim avluya vardılar…avluda beni kütttt diye yere attılar…ben yerde…tepemde babamın gömgök masmavi gözleri..yanında tüm yeşilliği ile anamınkiler..gözler şaşkın şaşkın bir üzerimdeki perişanlığa bir yüzümdeki yılgınlığa,umutsuzluğa,yenilmişliğe,bir bok olmamışlığa bakıyor…Ben gözlerin şaşkınlığından yararlanıp dumanların arkasından delicesine seyirtip yakalıyor aralarına karışıyorum..Dumanlar sarmal olup burgu olup beni bir o yana bir bu yana savurduktan sonra kaldırıp sahile gerisin geri fırlatıyor…Kalbim deli gibi atıyor..şakaklarım zonkluyor…nefesim sıklaşmış içime sığmıyor… göğsüm körük gibi inip kalkıyor….