ah şu kayalıklara yetişip kendimi bir kayanın siperine atıp belimdeki tabancayı sıyırabilsem ben bu puştlara günlerini gösteririm!” diye aklından geçirirken kayalıklara erişip kendini büyükçe bir kayanın ardına atarken üç dört el patlama arkasından yetişti. Bir tanesi sağ kulağının hemen üzerine “zınk” diye saplanırken öteki kurşunlar vınlayıp geçtiler. Güç bela belindeki tabancayı sıyırıp emniyeti açtı. Nişanlayıp önce Nazım’a iki el ateş etti. Tutturamadım diye hayıflanırken Nazım ve Nurullah kovalamayı bırakıp gerisin geri döndüler ve gözden kayboldular.

Elini kulağının üstündeki sızlayan yere götürdü. Yaradan ensesine, boynuna sızan sıcacık kandan batan eline inanmaz gözlerle baktı. Bakarken midesi bulandı. Yaranın sızısı artıp acıya dönüştü.

Sırtındaki gömleği sıyırıp çıkardı. Sırt tarafına gelen etek tarafından gerip yırttı. Yırttığı yerden şerit şeklinde bir parça, sonra şerit şeklinde bir parça daha yırttı. Yırttığı parçaların birini katlayıp yaranın üzerine bastırıp şerit şeklindeki öbür parça ile sıkıca sardı. Eliyle boynuna doğru süzülen kanın dinip dinmediğini yokladı. Eskisi kadar akmıyor diye sevindi. Gözleri ile Nazım ile Nurullah’ın gözden yittikleri çalılıkları taradı. Hiçbir hareket yoktu. Usulca doğruldu. Ayakta durmakta zorlanıyordu. Bir adım atıp kendini tarttı; usul da olsa yürüyebilirim diye düşündü. Zar zor arabaya kadar yürüyebilsem kendimi hastaneye atabilirim diye aklından geçirdi. Güç bela eğilip yerdeki tabancayı alıp sendeleyerek yürümeye başladı. Üç beş adım gidip gitmemişti ki önce elindeki tabanca düştü yere. Sonra gittikçe uzayan gölgesi koşup çalılıklara karıştı. Ayakta duracak dermanı kalmamıştı. Yere dizüstü düştü. Pes etmeye niyeti yoktu…ama başındaki yaradan akan kanın da niyeti iyi değildi: kanıyordu…sürünmeye başladı…sürünürken durduk yere aklına bir Pazar günü askerde çamurun içinde süründürülmeleri, eğitim alanında yağmurun altında balçıklaşan zeminin üzerinde “koş” “dur” “çök” “kalk” “yat” “sürün” komutları arasında saatler süren bir eziyet sonrası koğuşlara sokulmayıp, çeşme başlarında çamurdan arınıp, ıslak üniformaların kuruması için kendi kendine gönüllü koşu cezası verip koğuşların arasında koşturup durmuş olması geldi…

Sonra başa sarılan bir film şeridi gibi önce çocukluğu, sonra gençliği, daha sonra babasının kalleşçe vurulması, babasının kanını yerde koymayıp babasının kanlısını kıstırıp vurduğu ve sonrası uzun yıllar demir parmakların arkasında çile çektiği günler geldi aklına…

Sürünürken yerdeki taş toprak bir yerlerine batıyor, avuçları sızlıyor, dermanı gittikçe tükeniyordu. Son bir gayretle sol elini uzatıp tırnaklarını yolun sert zeminine geçirip kendini ileri çekmek isterken önce gözleri kararır gibi oldu, sonra yüreği dayanamadı bu çabaya. Başı usulca toprağın koynuna yaslanırken dudaklarından usulca bir hırıltı koptu; bu hırıltı tutunmak isterken toprağın kollarına, tutunamayıp savruldu gitti…

Ertesi günlerde yerel basında küçücük bir yazı “babalarının öcünü avda kıstırıp aldılar!”