Çalışma başlangıcında boğa olmaya aday iki erkek buzağı vardır ama bu buzağıların kalacağı ne ahır, ne de yemlenmelerine gerekli olan yem ve samanın konacağı samanlık… Uzunca süre bu buzağılar bizim kendi dam ve samanlığımızda beslenirken gerekli olan ahır ve samanlık yapılır…

Buzağılar serpilip büyürler. Her biri bizim yerli boğalarımıza oranla devasa iriliktedirler. Köyün inekleri döllenme dönemlerinde bu boğalarla çiftleştirilmeye başlanır…Bu süreç böylece giderken bir Ramazan ayı vakit top atılmaya yakınken köyün imamı yedeğinde bir inekle gelir. Babam boğalardan hazır olanı boğayı bağlı olduğu yerden çözüp bırakır. Ama çiftleşme gerçekleşmez…Çözmüş olduğu boğayı götürüp yerine bağlar ve öbür boğayı ineğe doğru bırakır…Bir süre boğa ineğin sağını solunu, önünü arkasını koklar sonra da kendiliğinden ahıra doğru yönelince imam,

-Bu boğada iş yok, öbürünü getir yeniden denesin der….

Bu arada vakit akşam olmuş ramazan topu ha atıldı ha atılmak üzeredir.

Babam ineğin çiftleşmeye hazır olmadığının farkındadır, belki imam da fark etmiştir bu durumu ama imam olmanın egosu kabarmaya başlamıştır…

Babam, hocam yarın ineği tekrar getir, tekrar boğaları salarız dedikçe imam; öbür boğayı tekrar salalım diye diretmektedir…

Babam daha fazla beklemeden ahırın kapısı kapayıp “hocam yarın ineğini tekrar getir!” deyince imam;

İneği yedeğinde köy içine doğru giderken “Eyüp efendi elbet bir gün senin de bana işin düşer, o zaman görüşürüz!” diye homurdanır.

Babam boğaları yemleyip, sulayıp Kanlı Gölün yanındaki mezarlıktan yaklaşık dört beş yüz metre aralıktaki kendi evimize gelinceye kadar düşünür…”Benim imama ne işim düşebilir? Diye…Tam eve gelip iki kanatlı kocaman tahta sokak kapısını açarken aradığı yanıtı bulur…

Babamın akciğer kanseri tedavisi gördüğü İstanbul Maltepe Süreyya Paşa hastane sine on beş günde bir, taburcu olup Çivril’e gelince de ayda bir ziyaret edip işyerim olan Konya Seydişehir’e dönüyordum. Çivril’de olduğum bir akşam ev, ziyarete gelen eş dostla dolup taşmış, babam her gelen misafirle ayrı ayrı sohbet edip şakalaşmış ve ev boşalınca odalarımıza çekilip yatmıştık. Gece yarısından biraz sonra anamın çığlığı ile babamın yattığı odaya koştum. Babam canlılığını çoktan yitirmiş güzelim mavi gözleriyle sanki beni yanına çağırıyordu, yanına yaklaşıp kulağımı ağzına dayayınca, zar zor duyabildiğimin bir sesle kulağıma fısıldadı,

Ben gidiyorum, varsa hakkım helal olsun, sen de helal et, ama cenazeme sakın ….hocayı çağırma…deyip son nefesini verdi…