İlk aşklarımız.Son aşklarımız.

Karşılıksız, karşılıklı, kendiliğinden, kimsesiz doğan aşklarımız.

Yaşanmış bitmiş, yaşanmamış, yarım kalmış aşklarımız.

Rüzgar gibi geçip giden, hiç yaşamamış gibi hissettiren aşklarımız.

Varlığı yücelten, yokluğu teklif dahi edilemeyen aşklarımız.

Yollara vuran, yollardan geriye döndüren, inişli çıkışlı aşklarımız.

Korkutan, cesaret veren, büyüten, alçaltan aşklarımız.

Takım yıldızları misali başımızın üstünde huzur veren, umutlu aşklarımız.

Soğuk kış günlerinde ısıtan, sıcak yaz günlerinde yakan aşklarımız.

Merdivenlerden koşar adım iner gibi, kendimizi bir köşede durup bekler gibi aşklarımız.

Bir insanı yaşatan, büyüten, besleyen, bir insanı doğuran aşklarımız.

Kimliği belirsiz, kimliksiz, kim olduğu önemsiz aşklarımız.

Mantıkla, kalple, ruhla, mantıksız, kalpsiz, ruhsuz aşklarımız.

Nice yılların ardından unutulan, unutulmuş gibi yapılan aşklarımız.

Hiç tanışma ihtimalimizin kalmadığı, hiç tanıyamadığımız aşklarımız.

Zamansız, zamanı durduran, zamandan çalan, zaman tanınan aşklarımız.

Sessizce zamanını bekleyen, ve sahnede her şeyden ve herkesten rol çalan aşklarımız.

Kendimizi figüran gibi hissettirenya da prens/prenses gibi hissettiren aşklarımız.

Umudumuzu katlandıran, yahut umduğumuzu buldurmayan aşklarımız.

Yazmaya değer cümleleri olan, yazmaya gerek görülmeyen aşklarımız.

Ne ararsanız yazabilirsiniz aşka dair, yüzyıllar boyunca. Hep yazılacaktır da. Çünkü herkesin aşka bakışı başkadır. Aşkın da herkese bakışı başka.

Aşka gelinir, aşktan gidilir. Aşk aranır, aşktan kaçılır. Aşka düşülür, aşktan ölünür. Ah ne çok eylem var aşk deyince edebiyatımıza gelen.

Velhasıl aşkı, git git varılamayan bir kaleye benzeten Âşık MahzuniŞerif’in şu güzel dizeleriyle yazımı bitireyim:

Kanadım değdi sevdaya

Kondum kondum uçamadım

Aşk şarabın doya doya

Yandım yandım içemedim.