Harman yerinde ot bol…bu nedenle sığır sıpanın sağa sola gitmesine gerek yok…yediği önünde yemediği arkasında…
Ben Hasan Ali’nin yanındayım. İkimizin elinde de sapan, ceplerimizde sapan taşı …Hasan, benim pek de uzak sayılmayacak anne tarafından kuzenim…Benden bir-iki yaş büyük. Aramızdan su sızmıyor…Hasan, görüp bildiğim en iyi sapan avcısı…abisi İbrahim’in de öyle olduğunu söylerler…ama ben İbrahim Ağabeyin avcılığına tanık olmadım…Hasan, sapanın meşinine taşı yerleştirirken başını hafifçe bana çevirip sol kaşı ile söğüt ağacının tepe dallarının birini, söğüt dalları arasında gezeleyip duran bir erkek sinek kuşunu işaret etti. Gördüm anlamında yüzüne bakınca, “Neresinden vurayım?” diye fısıldadı,
Belki kuş vurulunca, kuşun temizlenmesi bana kalacağından işim kolay olsun, belki de sırf laf olsun diye “Başından!” dedim…
Hasan elinde yarı gerili sapan, dallar yapraklar arasında kıpır kıpır zıplayıp sinek avlamaya çalışan kuşun konmasını bekliyor…kuş gezindi, dolandı, avucundaki çatalı sımsıkı kavramış olan sağ el başın bir iki karış yukarısına uzanıp sabitlenince başparmak ve işaret parmağı ile taş yerleştirilmiş meşini tutan sol el geriye doğru seri şekilde kasıldı, meşini tutan parmaklar gevşeyince taş tıslayarak fırladı…bir dokunuş, bir vuruş, belki de bir yok oluş sesi geldi. Sonra kısa bir sessizlik, sessizlik sonrası yapraklara, yapraklara tutunamayıp dallara, dallara tutunamayıp yerdeki otların kayıtsızlığına minik minicik bir gövde düştü çoktan susmuş yüreğiyle. Tüylerinde belli belirsiz ürpertiler, kanlı bir boyun, kafanın olması gereken yerde kopkoyu kan pıhtıları…Dönüp Hasan’a baktım. Hasan’ın kara gözlerinde muzip ışıltılar…
Sanırım, üzüm ve bostan çalma işini sıraya koymuştuk, veya bu işin gönüllüleri vardı. Bir gün Goca Tarlalara giden ekip kucaklarında kavun karpuzlarla gelip söğüdün gölgesine kucaklarını boşalttılar. Hasan ise, nerede ise bir bülüç büyüklüğünde vurulmuş bir kuş attı ortaya. Kuşun başına üşüşüp baktık bildiğimiz kuşlardan değil…Söğüt köklerinin içindeki kavlardan ateş yakıp kuşu közleyip yedik…Sonradan öğrendik ki parmaklarımızı yalayarak yediğimiz Hasan’ın sapanla vurduğu kuş yaban bıldırcını imiş…