İçinden “oğlum Haydar, bağırıp çağırıp boş yere şeytanı sevindirme…” diye geçirdi ise de yine dayanamayıp;

Hacer! N’olursun gel gitme, İnceköy dediğin yer nerden baksan iki saatlik yol, Allah korusun yolda sancın tutar, doğum vaktin gelir… Allahın ıssız kırında, yolcu uçmaz kervan geçmez… Gel beni dinle gitmeİ

Bir şey olmaz Haydar’ım, sen git değirmenine, bak zaten yanımda aslan gibi amcam var… Sanki doğuma da az biraz zaman var daha…

Lafını karısına dinletemeyen Haydar, elindeki övendirenin modulunu öküzün arkasına hışımla batırınca, canı yanan öküz ‘mööh’ diye inleyerek boyunduruğa yüklendi. Melezleştirilmiş zahire çuvalları yüklü araba Işıklı’ya doğru yönelirken Hacer ve amcası da İnce Köy’e doğru yola koyuldular…

İnce Köy’e vardıklarında, bir tekne hamur, yere serili iteği, ocağın yanında bir yığın yakacak, pek de harlı olmayan ateşin üzerindeki saç ayağı üzerine yerleştirilmiş altı çamur sıvalı saçla anayı bekliyor buldular…

İkindi, oldum olacağım derken ekmek edilmiş, şipitler pişirilmişti. Hacer yerinden doğrulup anasına,

Ana, ben yola çıkayım, akşama ancak varırım…zaten Haydar benim gelmeme rıza göstermemişti..

Ana, bir kızına bir kızının burnuna değmeye çalışan karnına bakıp,

Kızım kalıverseydin, Allah muhafaza başına yolda bir şey gelir melir…

Hacer, içinden “ana gel derken başıma bir şey gelir diye aklına gelmez iken şimdi tutmuş başına bir şey gelir…”diyorsun diye geçirdi ise de ses etmedi. Amcasının işi çıktığı için yanında dayısı ile Haydan’a doğru yola çıktılar… Bir süre gidip İnce Köy çayırını geçtiklerinde Hacer’in hafiften sancıları başladı ise de Hacer tınmadı. Zaten yaklaşık bir aydan beri bu tür ağrıları gelip gidiyordu… Bu da onlardan biri olmalı idi. Dayısına bir şey demeden adımlarını hızlandırdı. Hızlandırdı hızlandırmasına da ağrı gittikçe artar gibi idi. Üstelik bu ağrılar öncekilere de benzemiyordu. Bu arada haydan çayırını geçmiş, sarılık suyuna yaklaşmışlardı. Hacer’in içini hafiften doğum korkusu, doğumdan önce eve yetişemem korkusu sarmaya başladı. Bu korku gittikçe büyürken tahtalığı geçip haydan Harman yerine yaklaştılar… Hacer, korku ile içinden gelen sıcacık bir sıvının bacaklarına doğru süzüldüğünü duyumsayınca dayısına dönüp,

Dayı koş, Sultan ebemi çağır, ben şu hendekte bekleyeyim deyip hendeğe girdi.

Dayı, var gücü ile köye koştururken Hacer’in karnındakinin beklemeye hiç te niyeti yoktu… Hacer, bacaklarını alabildiğince yana açıp ıkınmaya başladı. Kan ter içinde ıkınırken önce bebeğin başı çıkar gibi oldu, Hacer can havli ile bir daha ıkındı… Güç bela doğrulup özenle başı çekti; önce baş, arkasından gövdeye sımsıkı yapışmış kollar ve ayaklar derken bebek yaşama ‘merhaba’ dedi. Hacer, hendekte iki yanına bakındı göbek bağını kesecek bir şey var mı diye. İki taş gördü… Taşın birini alta koydu, araya da göbek bağını, öbür taşı iki üç kez indirdi göbek bağına doğru… Başındaki atkının saçak iplerinden birini dişiyle hırsla koparıp kopardığı ipi, taşla ezerek kopardığı göbek bağına bağladı. Ciyay ciyak bağırmakta olan bebeği başından çıkardığı atkısına sarıp kucağına alırken köyden kadınlı kızlı bir grup koşuşturarak geliyorlardı…