Şiddet çoğunlukla öğrenilen, iletişim kurmakta zorlanan bireylerin daha fazla başvurduğu, kimi zaman ise patolojik durumlarda gözlenebilen fiziksel, sözel, ekonomik gibi çeşitli formlarda görebildiğimiz bir tür iletişim biçimidir. Aile içi şiddet “aile üyelerinden biri tarafından, ailedeki bir diğer üyenin yaşamını, fiziksel ve/veya psikolojik bütünlüğünü veya bağımsızlığını tehlikeye sokan, kişiliğine veya kişilik gelişimine ciddi boyutlarda zarar veren eylem ya da ihmal” şeklinde tanımlanabilir.

Ülkemizde aile içi şiddete maruz kalanları %90’ından fazlası kadın ve çocuklardan oluşmaktadır. Bunun nedeni erkeklerle aralarındaki orantısız güç dengesi ve Türk toplumunun yüzyıllardır süregelen erkek egemen yaşam tarzıdır.

Aile içi şiddet, aile içerisinde bir bireye veya tüm bireylere uygulanabilir ama her şekilde bu şiddetten ev içerisindeki her bireyin etkilendiğini klinik görüşmelerde gözlemliyoruz. Çocuklar şiddete meyilli, depresif, çaresiz ve değersiz hissederlerken, anneler ise genellikle şiddeti saklama veya normalize etme yoluna gidiyorlar.

Şiddet görülen evlerde travmatik bir hava hakim olur. Şiddete uğrayan aile fertleri travmatize olmuşlardır. Bazıları bu korku ile baş edebilmek için şiddet uygulayan aile ferdi ile özdeşim kurar, yani onu örnek alır. Bu şekilde daha fazla acı çekmeyeceğini, onun gibi güçlü olacağını düşünür. Bu nedenle klinik gözlemlerde şiddete maruz kalan erkek çocuklarının annelerine ve kardeşlerine şiddet uygulamaya başladıklarını gözlemleriz. Bu da şiddettin nesilden nesile aktarılmasına, örnek alınmasına ve devamına sebep olur.