Eve gelirken düşünüyorum…Celal bize topunu oynatsa ne olur oynatmasa ne…ama okul mokul dedi …Çivril’de okuyacağım dedi. Eve geldim, hala aklım Celal’de…top mop değil de illa okul meselesinde. Yemeğe oturduk lokmalar ağımda büyüyor. Durgunluğumu belki babam da sezmiştir ama farkına varışı dile getiren anam, “ noldu yavrım niye lokmalar ağzında deve gevişi gibi büyüyüp duruyo…?” diye sorunca “ Hallibiramların Ümmünün Celal artık Çivril’de okuyacakmış dedim. “ Eee nolllmuş Çivril’de okuyacaksa!”diye araya girdi babam. “ Bilmem !” deyip sofradan kalkıp dışarı çıktım. Peşim sıra anam da geldi. Sarılıp öptü. Öperken “Güzel danam, sarı Amadım…canım…kanım…varım …yoğum …git sende Çivril’de oku. Celalin dedesi ebesi vasa senin de eben, deden, dayıların, teyzen Çivril’de…
Böylece başladı benim 30 Ağustos İlkokulu günlerim. Okula alışmam çok kısa sürdü ancak üstünden gelemediğim bir zorluk var bu zorluk da;çocuklar ne top oynarken ne de oyun oynarken beni aralarına almıyorlar…Çaresiz kalıp takıma aldıklarında beni kaleci yapıyorlar…Yine çaresiz kalıp kaleye koyduklarında inanılmaz bir iki kurtarış yapmama karşın yinede bir sonraki maçta yokum…
Doğruyu söylemem gerekirse şimdi tam anımsamıyorum; ya parmak kaldırıp tahtaya çıktım, ya da öğretmenimce tahtaya kaldırıldım…Konu kümes veya evcil hayvanlar olmalı…Ben tuturmuşum bir fırız ‘fıraz aşağı’ ‘fıraz yukarı’ deyip dururken…Sınıfta koptu bir gülme fırtınası…Millet yerlerde…Çoğunun gülmekten gözlerinden yaş geliyor…Ben şaşkın utanmış, yüzüm gözüm pancar gibi kızarmış kös kös önüme bakıyorum. Adile öğretmenin “ Çocuklarrrrrrrrrr ,susunnnn !” diye bağırması ve sonra “Ahmet’in köyünde horoza ‘fıraz’ deniyorsa Ahmet’ in horoza fıraz demesi kadar doğal bir şey olmamalı, hem ben sizin oynacaaan, gitcaaan, gitmecaan, oynamacaaan, öngürdeee, hangırdaa, horrdaa, şooorrdaa…türü konuşmalarınıza ben bir şey dedim mi, demedim. Bu tür konuşmalar yöreseldir, oranın ‘ağzı’ , daha geniş çevrelerde aynı ağız konuşulduğunda ise buna ‘lehçe’ denir. Bu bir tür dil zenginliğidir…
İlkokul dördüncü sınıfım. Okulun açıldığı ilk günler. Yine tahtada şimdi anımsamadığım bir konu ile ilgili bir şeyler anlatmaya çalışıyorum. Sınıfta hemen hemen hiç kimse anlatılanı dinlemiyor. Ön sıralarda oturan Mollamarların Münevver, Berber Ramazan’ın Birsen, Çöğürlerin Raziye, Tabağasıçanların Hatice, Adile Öğretmenin yeğeni Nermin, Kasapların Nev… yani sınıftaki tüm kızlar burunlarını hafifçe havaya kaldırarak önlüğümdeki yamayı işaret edip gülüşüyorlar…Utanıp kıpkırmızı oldum. Yer yarılsa içine gireceğim. Utançtan kem küm etmeye kekelemeye başlayınca Adile Öğretmen oturduğu yerden doğrulup “ Susun bakayım!” diye bağırınca gülüşmeler bıçak gibi kesildi. Sonra Adile Öğretmen bana yaklaştı. O yaklaşırken ben olduğum yerde biraz daha ezilip büzüldüm. Önlüğün önündeki kocaman yamayı; beyaz, pamuk yumuşaklığındaki narin elleri ile sağından solundan elleyip inceledi. Sonra gülümseyen, sımsıcak iri kahverengi gözleri gözlerimde sesinde sevecenlik tınıları “ Annen Çivril’e geldiğinde mutlaka okula uğrayıp beni görsün, tamam mı çocuğum!” deyip sözünün devamını getirdi: “ Kaç senelik kadınım üstüne üstlük on beş yıllık öğretmenim, ananın yaptığı gibi böyle üstten bastırmalı yama yapmayı bilmem. Ananı bu güzel yamayı bana da öğretmesi için çağırtıyorum…” deyip saçımı okşayıp beni sırama gönderdi. Sanki biraz önce kızarıp bozaran ben değilmişim gibi göğsümü kabartarak kasıla kasıla gelip yerime oturdum.