2002 yılında Ekin Gazetesinde “Nasrettin Hoca ve Biz” adındaki köşemde yazmaya başlamıştım. Hayatımda ilk kez köşe yazarı olarak bir gazetede yazıyordum. Ve yine o yıllarda ilçe temsilcisi olduğum Fethiye Dergisi köşe yazısı istemişti.
Aklıma babamın düğünü geldi. Ben de yazdım.
Kazan Ağlar da yazdığım yaşanmış öyküyü babamdan dinlemiştim, başka da bir bilgim yoktu.
Kazan Ağlar adındaki kitabım 2004 Kasım ayında İstanbul, İki Kelime Yayınlarında çıkmıştı.
Çok az sayıda da olsa birkaç akrabam, böyle bir düğünün yaşanmadığını, babamın da Halil adında bir ağabeyi olmadığını bu öyküyü uydurduğumu söyleyince de tereddüde düştüm. Acaba dedim, acaba babamdan yanlış mı duydum. Hatıralarımda, Kanlı Gölün Çıngıllı Gelinini, Çıngıraklı Gelin olarak hatırladığım gibi…
Acabalardan rahatsız olunca da 2006 yılında Çivril Nüfus Müdürlüğüne gidip ilgili, genç bir memura durumumu izah edip, soy kütüğümü ve akrabalarımı öğrenmek istedim. Kendisine teşekkür ederim, sağ olsun kayıtsız kalmayan devletin memuru gerekli yardımı yaptı.
Nüfus kayıtlarına göre 1930 da ölen Halil amcamdan ayrı hiç bilmediğim, adını duymadığım bir de Fatma halam varmış ki, evlenemeden genç yaşta vefat etmiş.
Yılını tam hatırlamıyorum ama ben bu hikayeyi bizim Haydanlı Damat İzzet Keskin’in babaannesinden de duymuştum. Günün birinde Haydan’dan Köyceğiz’e döneceğim anda rast geldiğimde bu hikayeyi, anlatmış ve hatta babam demiş ki:
“Ben ne çekti isem, Koca Hatceye ettiğimi çektim…”
“Bir daha ki gelişinde bana gel, babanla ilgili başka şeyler de anlatacağım” demişti, babaanne.
Bir sonraki gidişimde yoktu, vefat etmişti.
Öyle ya, insanların beni bekleyecek hali yoktu ki.
Her fani gibi İzzet’in babaannesi de ölüp gitmişti…
Üzülmekten başka elimde kalan başka bir şey yoktu.
Yine 2006 yılının yazında oğlu Sağlıkçı Mustafa ağabey ile beni görmek ve sohbet etmek için gittiğim Cambaz Mehmet (Mehmet Erdoğmuş) amca kendisinin 1330 (Miladi 1916) doğumlu olduğunu ki, 2006 yılında 90 yaşında. Cambaz Mehmet amca:
-Biz akrabayız, dedi.
-Nasıl akrabayız? diye sorduğumda:
-Benim dedemle babanın dedesi Halil, amca çocukları, dedi.
“Biz akrabayız” diyen bir çınarla sohbet etmek o kadar güzeldi ki…
Cambaz Mehmet amca ile sohbetimizde o akşam, babamın düğünü de konuşuldu.
Düğünü anlattım, sordum:
-Essah mı, bu yaşananlar Mehmet amca?
-Ben biliyorum, o düğünde ben de vardım, dedi.
Velhasıl yazdığım Kazan Ağlar kitabında ki, düğün gerçekti ve yaşanmıştı.
Sevinmiştim.
Haydan ve babam hakkında sohbet ettiğimiz o gecede Cambaz Mehmet amca ile vedalaştıktan sonra Haydan Sokaklarında yürürken düğün gecesini, yaşanılanları ve kara bahtlı Koca Hatice’yi düşündüm.
“İyi ki” dedim, “İyi ki, Kazan Ağları Koca Hatice’nin anısına yazmışım…”