“Kimsin yavrım, bilemedim..” dedi yorgun argın…daha “Benim Hat…” diye söze başlamamla beraber sesimi tanıyınca kucağındaki börülce tepsisini kenara itip, dizlerinin üstündeki sofra bezini toparlayıp “Halilim, yavrım, sarı kuzum…!” diyerek yerinden güç bela doğrulup cılız kollarıyla sarıldı. Kuru dudaklarıyla yanaklarımdan öptü. Nasırlı elleri ile yüzümü, yanaklarımı okşadı. Saçlarımı okşarken saçlarım ellerinin nasırlarına takıldı. Ben de onu “Ninem, anam, canım!” diye sarılıp kucakladım. Yaşlı, kuru elerine sarılıp öptüm. Sonra yaşlı, gün görmüş, beli yılların yorgunluğundan iki bükük iğde ağacının altına ben biraz önce onun oturmakta olduğu mindere, o ise içerden bulup getirdiği çaput eskisine oturmuş laflıyoruz…Oradan buradan, sağdan soldan, börtü böcekten, önümüzde koşuşturan atlı karıncalardan, hatta dallar arasında uçuşup sevişen kuşlardan bile konuşuyor olmamıza karşın, üstelik tüm bunları bir yana bırakıp konuyu bir an önce bana, Kadriye’ye getirmek istiyor olmamızı adımız kadar biliyor olsak da yinede lafı eveleyip geveleyip durduk… Baktı laf oraya gelmiyor ve de gelmeye hiç niyeti yok oturduğu yerden, oflayıp poflayıp doğruldu. Doğrulurken “Sen yufkaya börülce dürünmeyi seversin ben şu börülceleri börttürüp iki de yuka sulayayım bari ..!”deyip etrafı çamurla sıvalı kapı yerine bir çul gerili kulübeye girdi…Kapı görevi gören çulu yana itip çıktı. Islak ellerini önceğine sildi. Yavaş ama kararlı olduğu sezilir gibi olan adımlarla gelip karşıma oturdu,

“Bak Halil, her şey istediğin gibi gidiyorsa, seni seven biri varsa, sen de onu seviyorsan yaşam güzel bir rüya gibidir, bitmesin istersin…ama inişli çıkışlı gidiyor, hele inişler çıkışından çoksa o rüyayı görmemek için geceler olmasın istersin…Şimdi sana bekle desem, senin yerinde olsam ben bekler miyim?…Buna ne evet, ne de hayır derim…Ama bence aklını, daha doğrusu ikiniz de aklınızı başınıza devşirip iyice bi düşünün…İşin ucunda ‘hayır’ deyip kestirip atmakta, yıllarca bu ‘hayır’ ın arkasından koşturup durmakta var.”

Hatçe Nine’nin kaynattığı börülceleri yufkaya sarıp yedim. Yerken dediklerini düşünüp taşındım…

Sonraki günlerden birinde bir punduna getirip Kadriye’ye sordum bekliyeyim mi, bekleyelim mi diye…
“Sen bilirsin!” dedi. Bu ne bekle, ne de bekleme isteği içeriyordu ama ben içten bir ‘bekle’ bekliyor oluşumdan olmalı ki alıp başımı gittim…hala da gittikçe büyüyen bir yalnızlığa doğru gidiyorum…