Yerel gazetelerden ve internetten Gelendost’ta Myriokephalon Savaşı ile ilgili film çalışmasının olduğunu ve yakın tarihte gösterime gireceğini ben de okudum. Daha önceden TRT’nin böyle bir çalışma yapacağının duyumları vardı. Demek ki Gelendostlular daha önce davranmışlar.

Doğrusunu söylemek gerekirse, böyle bir filmin ülkemizde gösterime girmesi, Gelendost’u yoğun biçimde gündeme getirir ve herkes tarafından adının duyulması sağlanır. Ama ilerleyen tarihi gerçeklerin, doğruların önüne geçilmesi mümkün değil. Bu tarihsel gerçek, savaş yerini arama konularındaki ileri sürülen her görüş için geçerli. Her sözü edilen tarihi söylemlerin tarihsel kanıtı gerekli. Ben dedim demekle olmuyor ne yazık ki. Olmadığı ve her biçimde gerçeğine dönüldüğü uzun zamandan bu yana görülüyor. Ancak ne yazık ki zaman kaybına sebep oluyor.

Şimdiye kadar yapılanlar, Çivril’in tarih sayfasında yerini almasından ziyade bu konuda sürdürülen bazı çalışmalar diye ele almak gerekir. Çünkü sık sık yinelediğimiz gibi Çivril, tarihin her safhasında hep var. Yüzlerce höyük yerleşmeleriyle ve höyüklerin en önemlilerinden Beycesultan Höyüğü ile, Myriokephalon Savaşı’na ev sahipliği yapmasıyla ilçemiz tarihteki yerini sağlamlaştırıyor. Önemli olan, şimdiden sonra da bu değerlerimizin farkına varılmasıdır. Denizli Büyükşehir Belediyesi’nin 2020 tanıtım programı içinde belki de vardır ama, yoksa Beycesultan’ın da bu programa dâhil edilmesinde fayda var. Myriokephalon Savaşı’nın programa dâhil edilmesi veya edilecek olması sevindirici. Ancak gerçek biçimiyle yerini alması bizleri daha çok sevindirecektir. Bu da yine alınan doğru kararlarla ilgili olacaktır.

Yazıma Gelendost Belediyesi’nin hazırlatmakta olduğu ilgili filmle başladım. Yine o konuyla devam edeyim. Bir film çekilmesiyle tarihsel gerçekler kaybolmaz. Sadece gerçeklerin ortaya çıkması ötelenir. Bu savaşın Anadolu’da nerede olduğu 1800’lü yılların sonlarında araştırmaya fiili olarak başlandı ve ilk başlandığı ve önerilen yer de bir bölümü Çivril’de olan Düzbel Geçidi’dir ve en sonunda varılacağı yer de o bölgedir. Bu konuda kimsenin çekincesi olmasın. Film de çekilse, dizi de çevrilse, kısaca ne çevrilirse çevrilsin tarihi gerçekler değişmez. O yüzden telaşa hiç gerek yoktur.

Bu konuyla ilgilenenler iyi bilir; her türlü engellemeye rağmen, Düzbel Geçidi biraz yavaş olsa da ilerliyor. Daha önce başka görüşlere taraf olan akademisyenlerin bir bölümü, Düzbel Geçidi’nin tarihsel gerçeklerinin farkına vardılar. Bir bölümü de ciddi biçimde değerlendirmeye tabi tutma eğilimindeler. Bu tavırlar, her yıl artacaktır. Yakın gelecekte ilgili üniversitelerin, kurum ve kuruluşların katılımı ile ortak bir bilimsel kurul oluşturulup çalışmalara ciddi biçimde başlanacaktır. O bilimsel çalışmalarda neyin ne olduğu zaten ortaya çıkacaktır.

Değerlerimize sahip çıkmanın yolu, bu konuda kendi içimizde bir birlik sağlanabilmesinden geçer. Konuyla ilgili hiçbir ilçede iki ya da üç görüş yok. Ama Çivril’de iki görüş var. Bir de geçen yılda savaş yeri önerilerine Harıl Boğazı eklendi. Bütün bunları konuya ilgi bakımından önemseriz ama yine de tek görüşte birleşmek gerekiyor. İki veya üç yerde de gerçekleşmiş olabilir deme şansımız da yok. İşimize gelmeyen görüşleri, kişileri öteleme veya yok sayma da mümkün değil.

Son yıllardaki gelişmeler çok da kötümser olmayı gerektirmiyor. Düzbel’de gerçekleşen etkinlikler bir anlamda gerçeğe yaklaşmak bakımından bana göre (bu konuda uğraş veren biri olarak) önemli gelişmeler. Bu konudaki gelişmeleri sağlayan Düzbel Muhtarı Sayın Nevzat Barut’un da çabalarını kutlamak gerekiyor.

Emeklerin heba edildiğinin başlıca sebepleri arasında, Çivril’in savaş yeri konusunda doğru tercihte sıkıntı yaşamasıdır. Bu durum önceden daha sıkıntılıydı. Bir türlü yıllarca Düzbel mi, Kûfi mi ayrımına varamadık. Hâlbuki tarihsel gerçekler ışığında şimdiye kadar bir karara varılabilirdi. Ama olmadı. Bu güne kadar olmadı ise, bunu sadece bu günün sorunu olarak görmemek gerekir.

Tamam, konuyla ilgili akademisyenlere her iki yeri gezdirelim, gösterelim. Bunda sıkıntı yok. Ama sonuca varılması için önce kendimiz tarihsel gerçeklerin ayırtına varalım. Kişiler desteklediği görüşte ısrarcı olabilir. Ancak kendi görüşüne getirilen eleştirileri yok sayması ve görmezden gelmesi beklenemez. Eğer 1176 yılında Bizans belgelerinde Çivril’in adı yoktu denildiğinde, hayır vardı deyip tarihsel kanıtlar ortaya sunulmalı ve bu karşı duruş bu şekilde gerçekleşmelidir. Gelecek olan kişiler yöreye göre yeni yeni tarihsel gerçekler icat edecek değildir.

Her ne kadar konunun dışında gibi algı yaratılmaya çalışılsa da öyle bir durum söz konusu değil. Biraz güç ilerlese de kitap çalışmam devam ediyor. Bazı kaynakları bulmam, gelişmeleri izlemem ve buna göre sonuca varmam zaman alıyor. Kitabımın en son gelecek eylül ayına kadar basımının gerçekleşeceğini umuyorum. Uzun zaman çoğunlukla yurtdışındaki kütüphanelerden, kurumlardan ve yine yurt dışındaki üniversitelerden yazışma yoluyla, konuyla ilgili birçok kitabın fotokopilerini getirttim. Bunların sadece ilgili bölümlerini tercüme ettirip kitabımda kullandım. Bu getirttiğim yayınların birçoğu 1830’lu yıllarda yazılmış kitaplar. Bana gönderilen örnekler de bu kitapların birebir fotokopileri. Kitabım yayınlandıktan sonra bu fotokopileri güvenli gördüğüm, bu konuda tarafsız inceleme yapan akademisyenlere vereceğim. Eğer bu kitapların fotokopilerinden yola çıkıp, gerekli yasal izinleri alındıktan sonra Türkçe çevirileri yapılır ve basımı gerçekleşirse, birçok soru karşılık bulmuş olacaktır.