Yirmi bir yıl önce, Gölcük depreminde yirmi bine yakın vatandaşımız hayatını kaybetmiş, otuz bine yakın vatandaşımız yaralanmıştı. Düzce, Bingöl ve Van depremleri sonrası şimdi Elazığ depreminin acısını birlikte yaşıyoruz. Sonrası, Malatya ve Maraş’ın güneyinde kırılma riski konuşuluyor.

Ülkemizin büyük bir kısmı deprem kuşağında bulunuyor. Her deprem sonrası acıları yaşıyor ve sonrası kısa sürede unutuyoruz. Yeterli hazırlık yapmıyoruz. Tedbir almıyoruz. Ranta dayalı çarpık betonlaşmaya devam ediyoruz.

İmar barışı adı altında rant sağlandı. Çarpık yapılaşma resmileştirildi. Toplanma bölgeleri ranta kurban edildi. Mevzuat değişikliği ile askeri araziler rant alanı olarak kullanıldı.

Japonya’da 7 büyüklüğünde meydana gelen depremde can kaybı olmuyorsa, ülkemizde depremden binlerce vatandaşımız hayatını kaybediyorsa düşünmemiz gerekiyor.

7,5 büyüklüğünde muhtemel İstanbul depreminde binaların yüzde yirmi üçünün yıkılması, yolların yüzde otuzunun kullanım dışı kalacağı öngörülüyorsa düşünmemiz gerekiyor. Tedbirleri vakit geçirmeden almamız gerekiyor. Kanal İstanbul inadından vazgeçilmeli.

Toplanan deprem vergisi ne kadar olmuştur? Nerelere harcanmıştır? Yurt dışına Kızılay aracılığıyla yardımlar yapılırken, kendi vatandaşlarımız için Kızılay’ın avuç açması doğru mudur? Düşündürücüdür elbette. Toplumumuz bilgilendirilmeli.

Acılarımız üzerinden siyaset yapılmamalı. Acı; etnik, dinsel ve politik ayrımı yapmaksızın hepimizin ortak paydasıdır. Deprem acısı üzerine kimse oy avcılığı yapmamalı. Siyasi şov yapmamalı.

Bir daha acılar yaşamamak adına, Kanal İstanbul inadı yerine kaynaklar insanımızın can güvenliği için kullanılmalı. Ülkemizin güvenliği, bölünmez bütünlüğü için İstanbul Depremi sonrası yaşanabilecek en kötü senaryoyu göz ardı etmemek gerekiyor.